Sendikalar istemeseniz de sınıfsal mücadele örgütleridir
Zaman Gazetesi Yazarı Ahmet Kurucan, sendikacılığın durumunu değerlendirdiği “Sendikacılıkta Yeni Bir Kulvar” başlıklı yazısında, işçi sendikasının işçilerin yanı sıra işverenin çıkarlarını da koruyup geliştirmesi gerektiğini savunuyor. İşçi sendikalarının tarafgir bir tutumla sınıfsal bölünmenin unsuru olmayıp, dengeyi çift taraflı koruyup gözetmeleri gerektiğini söylüyor. Mücadele yerine iş birliği ekseninde belirlenmiş böylesi bir sendikacılık anlayışının da hem sendikalaşma oranlarını arttırabileceğini hem de İslami değerleri önceleyen müteşebbisler tarafından da kabul göreceğini savunuyor.
Sendikaların İslami düzenle ne ölçüde bağdaştığı İslami yazındaki önemli tartışma alanlarından biridir. İşçi sendikacılığını İslam’ın özü ile bağdaştırabilen düşünceler ise esasen Kurucan’nın ortaya koyduğu bu yaklaşıma dayanmaktadır. Literatürdeki egemen anlayış, uygun sözleşme sisteminin bireysel akit olduğunu savunmakta ancak tarafların birbirini “zorlamama” koşuluna bağlı olarak toplusözleşme için de bir meşruiyet alanı tanımlamaktadır. Grev hakkı konusundaki hakim anlayış ise grevin meşru olmadığıdır. Bazı yazarlar ekonomik sakıncaları dolayısıyla, bazıları “Kamu yararına aykırılık” gerekçesiyle greve karşı çıkmakta, kimi yazar ise “grev tehdidi” altında bağıtlanan bir sözleşmenin bireysel iradeyi zedelemesi dolayısıyla İslami olmayacağını savunmaktadır.
Öte yandan Kurucan’ın yaklaşımları günümüzde seküler alanda da oldukça revaçtadır. Kapitalizmin esnek, güvencesiz, taşeron çalıştırma modelleri temelinde yeniden örgütlendiği bu evrede, sendikaların varlığını sürdürebilmesi için iş birlikçi stratejilere yönelmesi gerektiğini ileri süren yaklaşımlar ana akım literatürde oldukça yaygındır. İşçi-işveren ilişkilerinin muhalif bir yapıdan “ortaklık” anlayışına dönüşmesi olarak nitelendirilen bu politikalar, sendikal taleplerin işletmenin verimlilik ve rekabet koşullarını göz önünde tutarak belirlenmesini öngörmektedir.
Günümüzde İslami yazın ile ana akım literatürün ortaklaştığı bu yaklaşımları, Hükümetin giderek sistematik hale getirdiği grev yasaklarıyla birlikte düşündüğümüzde ise hem devletin hem de İslami ve seküler değerleri ön plana çıkartan müteşebbislerin, farklı gerekçelerle de olsa, sendikal hakların kısıtlanması ve işlevsizleştirilmesi konusunda uzlaştığı görülmektedir.
Bu uzlaşmanın bizatihi kendisi toplumsal yapının emek-sermaye çelişkisi ve sınıfsal karşıtlıklar ekseninde bölünmüş olduğunu açıkça ortaya koyarken; “tarafların ortak çıkarları”, “aynı geminin yolcuları” gibi söylemlerin temelinde ise sınıflı toplum yapısını üretim ilişkilerinden soyutlanmış bir irade veya zihniyet sorununa indirgeme çabası vardır. Bu çaba, üretim süreci ile kapitalist sömürü ilişkisi arasındaki bağın gizlenebilmesine hizmet eder. Burjuvazinin sınıf çıkarlarının “mutlak” ve “kapsayıcı” olduğu yolunda bir toplumsal algı oluşturur. Yani en az sınıf sendikacılığı kadar ideolojiktir.
Emek ve sermayenin üretim sürecinden kaynaklanan ilişkileri bölüşüm odaklı olup, paylaşım çelişkileri ve çıkar ayrılıkları ekseninde belirlenir. Doğası gereği çatışmacıdır. İlişkilerin her zaman çatışmaya dönüşmemesi bu niteliğini değiştirmez.
Sendikalar da, kapitalizmin biçimlendirdiği bu nesnellik üzerinden kurumsallaşmıştır. Dolayısıyla sınıfsal mücadele örgütleridir.
Sınıfsal çelişkinin yapısal koşulları sürerken; Türkiye’deki sürecin batıdan farklı gelişmesi, sınıf sendikacılığının engellenmesi ya da bazı sendikaların bu politikaları benimsemiyor olması bu nesnelliği ortadan kaldırmaz. Sadece sendikacılığın işlevini deforme eder.*
* Ahmet Kurucan’ın yazısı için bkz. http://www.zaman.com.tr/ahmet-kurucan/sendikalasmada-yeni-bir-kulvar_2236343.html
Bu yazıdaki yaklaşımların daha ayrıntılı bir analizi ve İslami yazına yapılan atıflar için bkz. Nilgün Tunçcan Ongan, “İslam Ekonomisinde Bölüşüm”,
Çalışma ve Toplum Dergisi, 2008/4
Evrensel'i Takip Et